5 Şubat 2008 Salı

YAZI DA AT SÜRMEK

Combanın evinde olduğumuz yıllar hem köyde ki ilk yıllarımız, hemde 8-9 yaşlarda ki çocukluk yıllarım olması münasebetiyle en güzel yıllardandı.Köyün göbeğindeydi bu ev.Bengü de evler şehir nizamı gibiydi.Yani nerdeyse bitişik.Dolaysıyla her şey içiçe yaşanır,acılar kederler herkesle ortak tadılırdı.Zaten 450 haneli köyde herkes birbirine akrabaydı.
.....
Komşumuz muallim alinin ibrahimin doru bir kısrağı vardı.Benim en çok hatırladığım o kısrağa bir bahaneyle binebilmekti.Biz henüz yeniydik köyde ve babam hocaydı.İlk olarak babam nerden aklına estiyse koyun almıştı.Bir ara 22 tane olduğunu hatırlıyorum.Kışları okuldan çıkar akşama kellerin Çakır'ın çobanlığını yaptığı sürüden ayrılıp bizim yemliğimize gelen o koyunlara yem vermek,onlarla oynamak en büyük zevkimdi.Hele bir tane vardı ki gözleri ortadoğulu kadınların gözlerinden daha hoş sürmeliydi.
...
Bir akşam bu sürmeli koyun sürüyle gelmedi.Kimlerdi hatırlamıyorum ama köyden bir kaç kişi sürünün gezdiği,otlandığı yerlerde koyunu aramaya çıktı.Bende rahmetli Gökmenlerin Koca osman abiyle çıktım.Omarın dere denilen yerde iki kayanın arasına sıkışıp öldüğünü gördüm.Hala bügün o koyun için nasıl ağladığımı hatyırlarım ve burnumun direği sızlar.Sanırım evdende baskılar artınca;babam koyun işinin kendine göre olmadığını anlayıp diğerlerinide elden çıkardı.Ama anneme bir kaç yataklık yün çıkmıştır o koyun sahipliğinden sanırım.
...
ibrahim eniştenin doru atına binmekti en büyük zevkim dedim ya.Sabahları onu otlansın diye Yazı'ya götürür, öğlen onca yolu gider hem ırmaktan sular hemde yerini değiştirirdim.Sonra akşam üzeride almaya giderdim.Ama en güzeli Yazı'nın düzünde dönüş yolunda onu serbest bırakıp üzerinde kendimi kuş gibi uçarcasına hissetmek duygusuydu.Köye gireerken mezarlık vardı,oraya kadar yaklaşık 2 km. kısrağı salar bunca meşekkate değdiğini düşünürdüm.
...
Döndü teyzemlerinde bir kısrağı vardı.kır bir kısrak ama ne yapoacağı belli olmayan biraz esrük bir kısrak.Bazan onuda aynı şeyler için Yazı'ya götürürdüm.Harmanların sürüldüğü bir zamandı iyi hatırlıyorum.Akşam üzeri herkes harman savururken ben kısrağı almaya gittim.Gene yazının düzüünde saldım .üzerinde yelelerinden tutunup kendimi iyice atın üzerine eğdim.Biraz deli olduğu için genelde dişlik vururdum.Burunsulukla idaresi zor bir hayvandı.Tabi şehirlerde yetişmiş gençlerin bu dediklerimin ne manaya geldiğini bilmediklerini biliyorum.Büyük ihtimal evdeki büyüklerine soracaklar.Sorsunlar:)Üzerinde uçarcasına mezarlığın oraya gelince birden ırmağa doğru dönüverdi.Biraz yokuş aşağı olduğu için ben habire atın başına doğru gitmeye başladım.Yelelere sımsıkı sarıldım.Haliyle atın kontrolunüde kaybettim.Ama deli kısrak hızını hiç kesmedi.İnsanlar harman savurmayı bırakmış atın yoluna doğru koşmaya başlamışlardı.Düşmem kaçınılmazdı.Bari müdahele edebilmeyi umuyorlardı besbelli.Atın iyice boynuna geldim ve artık dayanamayıp küt diye atın önüne düştüm.Eyvah!!! dedim kendi kendime.Bağırsaklarımı deşecek.Sırtüstü önüne düşüp kaldım ve ben gözlerimi kapattım bekledim.Ama hiç bir şey olmadı.At ne oldu ki diye gözlerimi açtım ki ne göreyim.At durmuş bana bakıyor.O hızla o hayvan nasıl durdu ben hala anlamış değilim.
....
Sanırım bu olayla birlikte benim atlara binme sevdamda,babamın koyun sevdası gibi son buldu...

31 Ocak 2008 Perşembe

COMBA'NIN EVİ(2)

Combanın evinde ki anılarımı yazmaya devam edeceğim.Aslında kronolojik bir sırayla yazmayı düşündüm.Bir olaydan; ileri geri zamanlara sıçramayı pek kafa karıştırıcı buluyorum.
......
Unutmadığım anılardan biri halamın nişanlısına kaçışıdır tabi.Halam dediysem halada sayılmaz.Abla demek daha doğru olur.Ben 5 yaşındayken bizle kalmaya başladı ve evde hep ablamız gibiydi.
Tütün meşekkatli bir iştir,uğraşanlar bilir.Sabah daha ezanlar okunmadan kırılmaya gidilir,güneş yükselip elde zifri yapışır hale gelince kırım işi bırakılıp eve dönülür ve dizmeye devam edilir.Sık yaprak geldiği dönemlerde ikindi vaktide kırmaya gidilir.Tepesalak ta ki tarlaya gidilicekti.Tabi halamla ben gideceğim.Bende 8-9 yaşlarındayım.Havalar sıcak,ırmak güzel.Dutlar varmıydı yokmuydu bilmem.İkindi vaktide tüm çocukların eğlendiği zaman dilimi tabi.halamda nişanlısıyla anlaşmışlar önceden tarladan sepeti bırakıp elele kaçmışlar.Bana hadi akşama annene derim tarlaya gel gibi bir şey demedi tabi.Hatta büyük ihtimalle sen arkadaşlarınla oyna diye teşvikte etmiştir.:)
Akşam ben oyundan eve geldimki evde bir değişik hava var.O arada şervandan annemin teyzesi bir misafirimizde evde.Halamın kaçtığı anlaşılmış.Annem sen tarlada değilmiydin dedi.Hık mık tabi mesele anlaşıldı.Annem beni bir güzel patakladı.Annemin pataklaması genelde çatalmaşayladır.Ama acıttığı için kenarıyla vurmazda yatay vurur birde eli kısılır. Ona da kızar daha da vurur:)Neyse ben içeride ki odaya ağlamaya gittim.Onlar salonda yorumlar yapıyorlardı.
Bir müddet yüzükoyun yatıp ağladıktan sonra baktım ocaktan güzel kokular geliyor.Ne var diye açtığımda baktım bir küçük tencere dolusu taskebab.Taskebab deyince şehirde yetişenler lokantalarda yedikleri o patatesli taskebablarını canlandırmasın gözlerinde.Şimdiki neslin şömine dediği bizim ocak dediğimiz közde hafif hafif pişerdi o.Birde tencerenin içine ters bir tas kapatılıp üstüne ağırca bir taş konurdu ki buharı dışarı kaçmasın diye.Yani; aslında burda anlatmak istediğim halamın kaçışından ziyade, benim hayatımda yediğim ve hala lezzeti damağımı sızlatan o nefis taskebabıdır.
Kimsenin yemek yiyelim dediği yok.Ben bir ekmekle başladım taskebabını yemeye.Neden sonra misafir var sofrayı kuralım hadi dendiğinde ben bir dayak daha yedim tabi:)Tas kebabından geriye az bir şey kalmıştı.
....
1984 yılında barajdan köydekiler kalkıp başka diyarlara göç ettiğinde bu halamda hatay reyhanlı tayfur sökmen köyüne iskan edildiler.2007 yılına kadar bir daha görememiştim.23 sene sonra bu yaz bir iş dolaysıyla o tarafa gittiğimde tekrar görüşmek nasip oldu.neticede benim çocuklarım ve onun çocukları birbirini tanımadan büyüyecekler.Sonrakiler tamamen birbirlerinden kopacaklar.Bu platformun bir başlangıç olmasını ümit ediyorum.

12 Ocak 2008 Cumartesi

COMBA'NIN EVİ

Bengü köyüne taşındıktan sonra,önce bir göz odalı taş bir evde kısa süre oturduk.Ama sonra Comba'nın evine taşındık.Bu ev daha büyükceydi.Sahibi olan Comba Dayı kış aylarında inerdi ovaya.Köyün eskiden durumu iyicelerden olan Yusuf Ağa yaptırmış bu evi.Köyün ortasında,iki katlı bir evdi.Girişte küçük bir avlu;hemen solda hayat dediğimiz koyunlar için yüksekce olmayan bir çatı vardı.Altı taş ve kerpiçten üstkatı ahşaptan,o günkü şartlarda köyün iyi evlerinden biriydi.Alt katta tam(ahır)vardı.İçerden ahşap bir merdivenle üst kata çıkılırdı.Üst katta merdivenlerden çıkıldığında geniş bir sofa salon,ona açılan büyükce iki oda vardı.İki odanın arasından bir hol arkada bulunan banyoya ve tuvalete götürüdü sizi.Ortada el yıkamak için ya da kap kacak temizlemek için bir lavabo bulunurdu.

İlk zamanlar solda ki tuvalete oturmakta zorlandığımı hatırlıyorum.Zira tahliye için herhangi bir şey yoktu ve sizden düşen dışkılar büyük sesle yere düşerdi.:)

Kışın iki aile bir arada baya zor olurdu.Onlar 7 nufus biz 6 nufus birer oda da yaşardık.zaten köyde ki ailelerin çoğu da böyleydi.O zamanlar evlerin büyük kısmı altı tam üstü tek göz tomruktandı.O evlerin küçücük pencereleri olduğunu hatırlarım.Zemini toprak,kocaman bir ocak,küçük pencereli evler.Bütün aile bu tekgöz evde yaşardı.Oğlan evlendirilir gelinde bu eve alınırdı.Torunlar olur,gelin ve kaynana bir gün kavga eder ve; oğlan ve gelin önce bir akrabanın evine geçici olarak çıkar,daha sonra kendilerine bir ev kurarlardı.Bu kavga da ayrılma kavgasıydı aslında.Ama bizim kendi evimiz olmadığı için Comba Dayının evinde idare etmek zorundaydık.

Kardeşim Tevfik'te o evde doğmuştu.Kaç sene kaldığımızı hatırlamıyorum ama 2 yıldan az değildi sanırım.Köyde çocuklar ne yapıyorsa bizde onu yapıyorduk.Köye yabancı değildikki.Aslında bu köy,anne ve babamın köyüydü.Bütün herkesin bir şekilde birbiriyle akraba olduğu gibi bizde akrabaydık.O zamanlar Yosma dedemde sağdı.Onların evi camiye giderken dönecek yerde köşedeydi.Köyün camiside o zaman ahşaptandı.Klasik ahşap cami stilleri vardır hani,girişte son cemaat yerleri olan üst kattta kadınlar bölümü olan ahşap camiler gibi.Caminin bahçesine girmeden çocukların kuran okuduğu veya bazanda misafir ağırlanan ahşaptan bir küçük bina vardı.Bir kaç merdivenden indiğinizde bahçesine girmiş olurdunuz.Hemen solda çeşmeler vardı.Düz gittiğinizde tuvaletler,hemen sağında eski medresenin iyice yıkılmaya yüz tutmuş ahşap kalıntıları vardı.En sağdada ahşap minareli ahşap camisi.Hemen önünden dere geçerdi.Yazları kuran'dan çıkan talebeler,o dereye atlar doğru ırmağa çimmeye giderdik:)

Cami 70 lerin başında yeniden yapıldı.O günün şartlarında,kubbeli baya büyük bir cami yapıldı.Ama Bengü'yede öyle bir cami yakışırdı.Bu köy çok eskilerden beri,çevrede dini hayatın merkezi olmuş bir yerdi.Hocalar yetiştirmiş bir köy.Benim yaşımın üstünde ki herkes neredeyse çok iyi bir dini eğitim almışlardır.Hala da köyümün bu özelliğini severim.Günümüz şartları ne kadar bazı şeyleri yeterince almamıza ve yerine getirmemize engel görünsede,dağılmış olan bengü'nün çocukları hala evlatlarına azda olsa bu eğitimi vermeye dikkat ediyorlar.
Komşularımıza ve köydeki yaşamı anlatmaya ilerde devam edeceğm.

10 Ocak 2008 Perşembe

BAŞKA TOPRAKLARDA ÜMİTLERİNİ YEŞERTENLERE..

Bengü köyünün insanları birgün doğdukları toprağa veda etmek zorunda kaldılar.Daha önce isteyerek başka yerlere göç etmiş olanları çoktu.Zira Bafra'nın bilinen en eski ve en büyük köylerinden biri.Sanırım Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon seferi sırasında "islamlaştırma"politikasıyla yerleştirilmiş konar göçer yörük türklerinden.Bunu nerden biliyorsun derseniz;ileriki yıllarda TGRT 'de çalışırken İsmal Baysal adında Isparta Sütçülerden bir arkadaş vardı.Bazan köyde duyduğum otantik kelimeleri kullanmayı sevdiğimden,bu arkadaş o kelimelerin kendilerinde de kullanıldığını söylerdi.Bahsettiğim şehirlerle bizim aramızda 1000km. yol var.Kızılırmak boyuna yerleştirilen en uç köylerden biri.1924 tehcirine kadar Bengü ile Bafra arasında rum köyleri varmış.Baraj dolaysıyla zorunlu göçten önce de köyden çok miktarda insan;başta Bafra olmak üzere(üçpınar,şervan.sarıköy ve bafra kızılrmak mahalleleri),İstanbul ve Bursa ya yerleşenler olmuş.Göçle birlikte Hatay ve Çerkezköy ağırlıklı olmak üzere Türkiye'nin her tarafına dağılmış insanlar.Yeni yetişen gençlerin kamu ve özel sektörlerde ki görevleri dolaysıyla da bu demografik durum daha geniş bir coğrafyaya dağılmış.
İşte bu durum nedeniyle bengü'nün çocuklarını bir platformda toplamayı da amaçladım.Kim nerde? ne yapıyor?Eski topraklar interneti bilmez ama yeni nesil bu çağın iletişim aracından uzak duracaklar diye düşünemem...
İstiyorum ki saydığım çeşitli nedenerle her tarafa yayılmış bu gençlerimizin,insanlarımızın bir haberleşme merkezi olsun.
Hayatlarını başka yerlede kuranlar...Dedelerimizin toprağını unutmadan,bulunduğumuz yerlere sımsıkı sarılalım.Birbirimizi her neredeysek bulalım.En azından haberleşelim.
Bengü köyü'yle bir şekilde bağı olanları bu platformda buluşmaya çağırıyorum.Bir şekilde haberdar olanlar,başkalarını bilgilendirsinler.
İşte o zaman merkez bengü köyü kaldırılıp nasıl yaylalarıyla yaşatmaya çalışılıyorsa;bence biz ruhlarımızda köyümüzü yaşattığımızda Bengü ovası da adıyla uygun biçimde yaşamaya devam edecektir.
not:bengü kelime anlamı ebedi demektir.

ANILARA DÖNMEK...

Uzun zamandır yazmayı istediğim bir konuydu bu.hani orada bir köy var bizim köyümüz ..denirya;ben diyemediğim o köy için yazmayı istedim.Baraj gölünün altında kalan köyüm değil benim çocukluğumdu.
Okul yıllarımda köye gitmeyi hiç istemezdim.Bafra'ya 64km. uzaklıktaydı.Yolları bozuktu.Bozuk demek doğru bile değil.Yol yoktu.Willys jeeplerle veya kamyonla gidilirdi.Jeep deyince şimdi ki 4x4 konforlu jeepleri aklınıza getirmeyin.1952-53 model 3 ileri vitesli genelde yeşil renkli jeepler.
İlkokul 3, sınıfa geçtiğimiz sene dönmüştük Bengü Köyüne.Babam devlet görevlisi,çalışma yeri olarak kendi köyünü tercih etmişti.Hangi ayda hangi gün geldik onu net olarak hatırlamıyorum.Köye taşınmadan önce tevfik Dedemin cenazesinde geldiğimizi ve kardeşim İbrahim'in elini yaktığını hatırlıyorum sadece.
Şimdi yıllar sonra;yaz tatilerinde köyüne gitmek istemeyen çocuğun 49 yaşına geldiğinde neden bir blog oluşturacak kadar asretinin depreştiğini sorduğunuzu duyar gibiyim.Gitmiyordum,gitmek istemiyordum ama oradaydı.
Birgün geldi Altınkaya barajı dolaysıyla Bengü ovası kaldırıldı.Kaldırıldığında;göçlerin denk edilip çeşitli araçlarla insanların terkettiğinde de orda değildim.
Bafra da bir gün; köyün göç ederken çekilmiş videosunu izledim.Türkiye'nin çeşitli yerlerinde yaşamak üzere ayrılan o insanların veda sahnesi ve o sular altında kalıp bir daha asla göremeyeceğim toprakları izlerken gözyaşlarıma hakim olamadım.Horoz tepesinde ucurtma uçuramayacaktım.Kırcaazda tütün kıramayaca ya da ordaki incirden asla yiyemeyecektim.İşte şeflü deresi.İşte bizim ev.Hacer yengemin evinden köyiçine doğru giden o yol.Her yanı dut ağacıyla dolu o yemyeşil köy.yazları hocadan okumadan çıkar çıkmaz,dut yemeye giderdik.Karnımız dut'la şişer sonra kızılırmağın o bozbulanık sularına kendimizi atardık.Köyönüne geçer,dalda kumda yatardık.Yarım saat sonra şiş karınlar iner açlığımız aklımıza gelirdi.
Benim gözlerimden dökülen o yaş;bir daha asla o yerleri göremeyecek olmamaydı.
Suyun altında kalan benim çocukluğumdu...
Bir daha asla 'SOKUDAŞI'nı göremeyecektim.